Kayıtlar

Haziran, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Otto Schober - Beden Dili (Davranış Anahtarı)

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, o bilindik kişisel gelişim kitaplarından. Hani kaşının gözünün oynamasından, aklından tuttuğun küfrü tahmin eder, ya da ettiğini sanır ya. Halbuki bilmez benim ne fırtınalı sin kaflı hayallerim var, kelime dağarcığı yetmez. Neyse kendimi övmeyeyim, kitaba geçiyorum. Birçok şekille şemayla göstererek, tanık tutarak el kol, beden ve yüz hareketleri anlamlandırılmış. Tabi genelinin bilimsel dayanağı vardır, ki makul da gelir. Mesela; karşıdan gelen bir adam var ve aranızda üç metre kalmışken göz göze gelirsiniz. Bakışını sola devirince, karşındaki senin o yöne sapacağını anlar ve bu bir çeşit sinyaldir. Ama gözünle sola sinyal çakıp sağdan devam etmeye kalkarsan tokuşursunuz. Yahu kardeşim sen gözünü o yöne doğru devirmedin mi? Ne diye üzerime kırıyorsun? Kusura bakma birader ya… aslında gözüm şu köşedeki hatuna takıldı, o yüzden o tarafa bakmış bulundum. Hangi karı? Hani ben de göreyim! Belki haklı olabilecek bir jesttir bu. Evet geçer...

Giovanni Boccaccio - Decameron

Tahtaya kaldırdığımız bu eser,derlenip toplanmış bir hikaye kitabıdır. Tabi yazarın kendi ürettiği hikayeler de var. Aslında önce şiir yazmaya niyetliymiş, sonra “Dante varken şimdi beni kim okur.” Diyerek vazgeçmiş ve kalemin yönünü nesre kırmış. Shakespeare, La Fontaine gibi birçok isim, burada geçen öyküleri alıp uyarlamış. Hatta şiir devşiren şairler de olduğu dip not olarak düşülmüş. Bu arada Nasrettin Hoca’ya mal edilmiş bir fıkraya da rastladım. Hani şu tek bacaklı turna kuşunu sofraya getirirler de Timur sorar bu kuşun diğer bacağı nerde diye. Devam etmiyorum fıkraya çünkü biliyorsun, anlatmayacağım. Kitabımızın ilk baskısı 14. Asırda yapılıyor ve söz konusu hikayeler, başka bir çerçeve kurgu içerisinde aktarılıyor. Memlekette veba salgını çıkmış, her yerde ölüm var, ölüler var. Kaçabilen yedi kadın, kendilerini bir kiliseye atmış, konuşuyorlar. Bir yerlere kaçıp uzaklaşmamız lazım fakat biz kadınız. Başımızda erkekler olmadan yola çıkarsak yönümüzü, yolumuzu kaybede...

Özgür Develi - Troyadan Kudüse, Rodostan Kartacaya Antik çağda Kuşatmalar

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, isminden de belli. Eski çağlardaki kuşatmalardan ve savaş tekniklerinden bahsediyor. Eğer dönemin silahları, işkence yöntemleri gibi merakın varsa onları da giderir. Kitabın son kısmında da isimler ve bazı kelimeler için sözlük eklenmiş, gayet faydalı. Gelelim muhtevaya. Belki ilgiliysen, hani Sümerler falan yok mu diyebilirsin, yok. Kenanilerden başlıyor, kudüs, mısır ve en çok Roma faslı var. Savaş tarihine çok meraklı değilsen, Arşimet’in geçtiği bölümle de yetinebilirsin. Sirakuza şehri Kartaca ile ittifak kuruyor, sonra kahrolsun Roma. Romalılar Sirakuza’yı kuşatıyorlar ama adamların iflahını kesecek Arşimet. Yaptığı kaldıraçlar, mancınıklar, leblebi gibi asker harcıyor. Tabi bitmez Romalılar. Ama öyle bir korku salmış ki adamları, kale burçlarından bir halat görülse, Romalılar üç buçuk atıyormuş.   Ulan o ipe yaklaşanı siksinler. Oğlum adam zaten deliymiş. Dal taşak sokaklarda koşturuyormuş. Hamamdan çıkıp koşturduğunu biliyorsundur. G...

Tim Harford - Görünmeyen Ekonomist

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, teorik ekonomiyi pratik örneklerle anlatan bir çalışma. Popüler eleştirmenlere göre çok keyifli, anlaşılabilir düzeyde bir kitapmış. Belki anlaşılabilir kısmı haklı olabilir ama ben çok keyif almadım. Robert H. Frank’ın Doğal Iktisat kitabını okuduğumdan, keyif çıtam biraz yükselmiş galiba. Yine de boynu bükük kalmasın, kitabı tahtaya kaldırıp kulağını bükelim. Mesela kaliteli arabalar ile teneke yığını arabaların satış teknikleriyle ilgili bir bölüm vardı. Kaliteliler şeftaliye, tenekeler limona benzetilmiş. Niye arkadaş! Ben bir okuyucu olarak kaliteliyle hurdayı aklımda tutamıyor muyum ki, sen bunları örneklendirip bana belletmeye çalışıyorsun. Ayrıca benim için limon, şeftaliden önce gelir. Çaya çorbaya limooon! Hatta al çamaşır yıka. Neyse, gereksiz örneklendirmelerin can sıkıcı olduğunu öğrendiysek başka bölümlere geçelim. Bir kahve markası, kahve işçilerini desteklemek isteyenlere 10 centlik fazla fiyat uygulaması başlatmış. Tabi bir kısmı duya...

Michel Foucault - Bu Bir Pipo Değildir

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, yine kafa açan kitaplardan biri. Hacim olarak ince, fakat ihtivası epeyice kalın. Beni çeken yanı, başlığı olmuştur. Pipo değil mi? Ne peki? Dur bi bakayım. Tabi okumaya başlayınca, amaaan neyse ne, dedim. Eğer meraklıysan sen de şansını bir dene istersen. Şöyle bir terane dönüyor; pipo resminin altında, “bu bir pipo değildir.” Diye yazılı. Şimdi geç karşısına, dal en derin felsefi deryalara. Biz neyiz? Nereye gidiyoruz? Hey haaat! “Mal mısın oğlum! Bu piponun resmi, pipo değil tabi…” da diyebilirsin. İşte bu sırada başka sorular doğuyor. Andırıyor mu? Yoksa benzeri mi? Peki gerçek olan ne? Hiç yıpratma kendini, ziyan olursun. Platonun imgeler dünyasından Sartre’nin var oluşçuluğuna kadar şöyle bir gidip geliyorsun. Sonra ne var peki? Ebleh bir ifadeyle tavana bakarken, anlamakla anlamamak arasında bir mertebeye ereceksin. En azından bende böyle oldu. Kabiliyetin, ferasetin, aklın, kemalatın ve fuların varsa, benim çakmadığımı çakarsın belk...

stefhan zweig - Montaigne

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, tuğla cinsi kitaplardan değil. Taşıması ve okuması kolay, aforizmaların Fransızcaları da eklenmiş; kıyak olmuş. Montaigne’i “Denemeler””i ile tanıyoruz, ama hayatı nasıl olmuş, neyi denemiş, pek bilmeyiz. İşte bu biyografi kitabı da bize onu anlatıyor. Öncelikle asıl adı Montaigne değilmiş. -Nasıııl! Hepimizi kandırdı mı yani? Adam sadece daha havalı (asil) duruyor diye bu ismi almış. Aslında adı Eyquem. Ne kadar da banal, gördün mü? Fransızca bilmiyorsun diye belki bir şey çakmadın ama öyle. Dedesi, zengin bir kız düşürünce köşe oluyor ve babası da tabi zengin doğuyor. Bordeaux Şehrine belediye başkanlığı yapan baba, Yahudi bir hatunla evlenecek ve küçük denemeci doğacak. Bebelik yılları şatoda değil, hizmetlilerin arasında geçiyor. Maksat, çocuğun ağzındaki gümüş kaşık düşsün. Sonra bilinçli baba, Latinceyi ana dil gibi belletmek için Fransızca bilmeyen hocalar tutacak, kendisi bile bir şey söylemek istediğinde, önce latince karşılığını öğr...

Jona Lendering - Büyük İskender

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, dil bakımından akıcı olsa da akademik yönünün de olduğunu söylemek lazım. Eğer merak ediyorsan, yahu İskender nereden kalktı nereleri aldı yürüdü gitti diye, okuyabilirsin. Mesela ilginç bir anektod; bir tapınakta gemici düğümünün yedi babası kuvvetinde düğümlü bir kement var. Bunu buraya koyan akil adam da kehanette bulunmuş. Ulan öyle bir düğüm attım ki, bunu çözebilen gelsin bir de beni… öyle değil tabi. Bunu çözebilen dünyanın hakimi olacak diyor. İskender çok pratik, çekmiş kılıcı, şak! “dağılın ulan!” deyip mevzuyu bağlamış. Tabi kitap bodoslama İskender’le başlamıyor. Evvela amcası var, babası var. Savaşların yanında gündelik hayattan da çok küçük ipuçları veriyor, idare eder. Günümüzden 2400 sene öncesini merak eden, tarihi sevenler için makul bir tavsiye. Sonuçta adam Hindistan’a kadar giriyor azizim. Bu arada bir dönem de Aristo hocalık yapmış, dip köşe notu olarak kalsın. Notu: 6,0 çekilebilirsinn.

ibni Haldun - mukaddime

Tahtaya kaldırdığımız bu eserin ağzı dili olsa, sen kim köpeksin lan beni tahtaya kaldırıyorsun diye fırça kayardı. Ama böyle bir şey mümkün olmadığı için tüm edepsizliğimle kolları sıvıyorum. İsminden de anlarsın, aslında bu iki ciltlik kitap, başka bir eser için giriş mahiyetinde. Tabi o kadar meşhur oluyor ki bu giriş, esasından çok konuşuluyor. Tarihle alakalı çok mesele var, ancak asıl mühim kısmı adamın yaptığı tespitler. Hepsini burada anlatamam, iki tane vereyim, dahasını git oku. İnsanların karakter değerlendirmesini yapıyor ki, etken unsurlar; coğrafi şekiller, iklimin havası, geçim şekilleri ve dahil olduğu topluluk olarak bir güzel sayılır. Bunun haricinde alimlerin çocuklarından bahis açar, o çocukların genellikle kıymet bakımından babalarıyla kıyaslanmayacak kadar beter olduklarını izah eder. Ulan öyle babadan böyle çocuk! Kime çekti acaba bu pezevenk? Yazarımız gayet isabetli, “Babalarına yapılan hürmet, evlatlarına kolay ve kaygısız bir hayat sunar.” Dediğim g...

Dostoyevski - Suç ve Ceza

Tahtaya kaldırdığımız bu eserin, klasikler arasında olduğunu biliyorsundur herhalde. Bilmiyorsan da şimdi öğrendin ve bir yaşına daha girdin. Roman iki cilt, ki diyeceksin “Ulan ansiklopedi mi bu, yoksa tarih dizisi falan mı?” Doğru. Hep bu herifin adeti işte böyle romanları cilt cilt yazmak. İcad çıkardı başımıza. Keşke hep “başkasının karısı” gibi minnak kitaplar yazsaymış. Benzer kallavi hacimde başka eserler, başka üşütük yazarlar da var tabi, misal üç asır öncesinden Cervantes, onlara da sıra gelecek. Öyle ben yazdım, gidip okusunlar kafası yok. Hesap verecekler arkadaş! Hikayenin geniş özetini boşver, biraz çıtlatsam yeter. Okumak için memleketinden kalkıp gelen fukara bir gencimiz var. Para yok, pul yok, sefalet ülke çapında diz boyu. Millet tefecilerin elinde inim inim inliyor. Kahramanımız borçlanmış ihtiyar bir kadına, ama o ihtiyar da tam tefecinin dibi. Sonra, kahraman plan projeyle gidiyor paracı teyzenin yanına, ilk fırsatta gümm! Karının kafayı karpuz gibi yarıyor...

Michael Kohlmeier - Perilerin Şarkısı

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, eski Yunan mitolojisinin derlenip toplanmış, biraz da yontulmuş halidir. Kitaba girmezden evvel belirtmem gereken bir husus var ki aziz kardeşlerim; bu hikayelerin günümüze ulaşma nedenini bilmek lazım gelir. Aristo’nun Poetika’sında kalıcı ve bestseller olacak eserlerin şartları bir güzel anlatılır. Bir defa normal insanlar konu edilmez, ya kral, ya tanrı ya da peri cinsinden kahramanlar olmalı der. “Mahalledeki marjinal abla ile onun kaynını kimse merak etmez.” İkinci önemli şart ise, içinde bol bol zina, cinayet ve aile içi puştluk, namussuzluk olacak. Tam da bu özelliklere sahip mitolojide, ırza geçme, ensest ilişki, racon keser gibi kafa kesme, fitne fesat gırla var. Böyle olunca hikayeler çok tutuyor, sahneleniyor,kulaktan kulağa destan gibi akıyor. Homeros’un ilyada ve odysseia destanları, mitolojinin ana kaynaklarıdır. Gerçi Sofokles de var, ama o da aynı yerden mi araklamış veya ayrı bir membaa mı bilmiyorum. Bildiğim şey ise, ya da anladığı...

jean paul sartre - duvar

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, yine felsefe cinsinden kıl kuyruk bir kitap. Arlanmadın mı lan sen, madem kafan basmıyor ne diye el atıyorsun bu kitaplara diyebilirsin. Dedin mi? İyi halt ettin! Ben de zaten ana fikirmiş, beyin fırtınasıymış, hiç öyle konulara girmeden ufaktan girip bırakacağım. Senin aklın kesiyorsa, buyur. Eeeyyyy benim gibi sadece hikaye okuyup felsefeye bulaşmak istemeyen makul gardaşlarımm! Sözüm sizedir. Bu kitapta beş tane hikaye yer alıyor. Sadece “duvar” ismindeki metinde biraz okunabilirlik var. Diğerlerini pek şaapmadım. Kocasından memnun olmayıp başka heriflere yönelen bir hatun, delirip milleti tarayan bir adam vs… şimdi ben öylesine üstten bahsedip muhtevasını çıtlatınca eminim sana ilginç gelmiştir. Hele de başka bir adama giden hatunun hikayesi. Yok be oğlum! Hiç öyle tahmin ettiğin gibi değil. Ya da al oku madem. Var oluşçuluk felsefesiyle tanışırsın. Bu arada felsefeden çok çakmıyorum diye vuracak olanlara dip not: iki cümlelik sözlük manasın...

ferenc molnar - Pal sokağı çocukları

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, tam anlamıyla yeni okumaya başlayanlar için bir klişedir. Bunun gibi birkaç tane daha var tabi, çocuk kalbi, pembe incili kaftan vs… eğer bu kitabı okumaya niyetlendiysen, yanına bir paket kağıt mendil al, bir de tenhalara çekil. Salya sümük ağlarken seni kimse görmesin. Romanın sonunda, minnak kahraman er nemeçek ölüyor ve istisnasız her okuyucu, mutlaka sümüklü burnunu çeker. Şimdi sana sonunu söyledim diye hevesin de kaçmıştır, o zaman ana fikre geçeyim artık. İki çocuk gurubunun bir oyun alanı üzerine yaptıkları kavga ve savaşı konu edinen bu roman da, dünya hırslarının ne kadar da yalan olduğundan dem vuruyor. Pal sokağının veletleri, kırmızı gömleklileri alt edecek fakat ertesi gün, iş makineleri oyun alanına girecek. “Hayaldi gerçek oldu!” diyen bir müteahhit o alana site inşa edecektir. Ne oldu şimdi? Uğruna zatürre olup ölen Nemeçek’in hesabını kim verecek? Tabi ki kimse…babasının kesesinden gitti çocuk. İşte uğruna savaşılan “TABİ BAZI ŞE...

JOHN STEINBECK - fareler ve insanlar

Tahtaya kaldırdığımız bu eseri, açık uçlu fikir alemi olarak değerlendirebiliriz. Neden? Çünki açıkça üzerine basılmış bir fikir yok, düğümlü bir trajedi koymuş yazarımız, nereden bakarsan ona göre bir şema çıkı veriyor. Hikaye olarak iki arkadaşın hayatından bir kesit işlenmiş ki, bu kesit de birinin sonuna denk gelmiş. Şimdi sen anlamadın, biraz açayım ama elletmem. Biri minyon tipli, diğeri kazana düşmüş irilikte iki arkadaş var. Nedense hep iri ve uzun olan biraz ahmakça veya daha eleştirel şekilde söylersem, safça bir mizaca sahiptir. İşte bu saf olan bir şeyleri okşamayı seviyor. Tıfıl arkadaş ise şimdiye dek hep onu kollamış güya. Kahramanlar bir çiftlikte işe başlar ve saf oğlan ahırdaki köpekleri okşar. Sonra aranan bir hatun çıkı verir. Gel benim saçlarımı da okşa. Yeşil sabunla yıkarım, doğal ve kepeksizdir. Hani göriyim! Bir okşar, iki okşar, tabi hoşuna gitti köftehorun (demek çok da saf değilmiş) Hatun, “yeter bokunu çıkardın. Çek elini!” der fakat kurtula...

Sarah Gaydon - Binicilik (Riding)

Tahtaya kaldırdığımız bu eser için “Atları Kullanma Kılavuzu” da diyebiliriz. At nedir, nasıl binilir, nasıl iç dış yıkama yapılır, ne yer ne içer, hangi alet edevat lazımdır, hepsi bir bir yazılmış. 18 kaburgalı atların dışında sadece Arap atlarının 17 kaburgalı olduğu gibi "çok mühim" bilgiler de verilmiş. Ayrıca en uzun boylu at, en cüce midilli, rapunzel kuyruklu atlar, torununun torununa toynak göstermiş en ihtiyar at ve tombala torbasına dönmüş en çok doğuranlar gibi bir liste de var. Şöyle bir gerçek de suratımıza nal gibi çakılıyor kardeş. Eğer sen de orta direk bir aileye mensup isen ve apartman kültürünün taşlarına harç olduysan, bizim için bu kitaplar sadece hevesten öteye geçmez. Bizim dışarıda gördüğümüz tek atlar, sabahın çok erken saatlerinde, kıyıda köşede bırakılmış eski eşyaları arabalarına yükleyen çingenelerin atlarıydı. Ki bunlar da benim bebelik yıllarımda kaldı, artık o atlar bile yok. Ya altılı oynayacaksın atları izlemek için, ya da orta direklikt...

emile durkheim - Sosyolojik Metodun Kuralları

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, inanın en kafa yapan cinsten. Hiçbir şey anlamadım desem yeridir. Ama çok güzel kafam oldu. İşin espirisi bir yana, yazarımız sosyoloji ilmini batıda kuran mühim bir alimdir. Batıda diyorum zira bu taraflarda İbni Haldun var ki, tarihçi olarak bilinse bile, aslında sosyoloji alanında da mühim görüşleri var. Tabi o zamanlar sosyoloji diye bir ayrım olmadığı için, arada kaynamış. Konu haricinde bilmeniz gerekir ki, bir çok bilim dalı, 18. Asırda şubeleşmeye başlar. Mesela felsefe ve fizik, kol kola gezer vaziyette. Konu bayağı dağıldı, farkındayım. Ama sen de okuyunca fark edeceksin, Durkheim’in kitabından bir şey çakmadığım için geçiştirme yazısı yazıyorum. Bu kadar da dürüstüm, kendimi ihbar ediyorum. Tabi puanını yine de vereceğim. Tahtaya kaldırıp boş oturtmak olmaz. Değerlendirmemin esası, şimdiye dek gelen şöhretine dayanacak. Notu: 6,9 çekilebilirsinn.

Margaret Thatcher - Demir Lady'nin Anıları (Başbakanlık Yılları)

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, insanı alıp götüren bir kitap değil tabi. Bildiğin tuğla kıvamında, konuyla alakan yok ise hiç cazip gelmez. Çok tumturaklı bir dil kullanılmamış ama mevzu sıkıcı hacı. Seksenlerin İngiltere'sinde, muhafazakar kanadın başbakanıdır kendisi. Kitapta bölümler halinde konular başlıklandırılmış, araştırmacıysan işin kolay. Bu arada Türkiye’yle ilgili pek bir şey yok. Özal ile çekilmiş bir fotoğraf ve Saddam’ın hırgüründe memleketimizin adı geçiyor, “BM kararlarına uyuyor Türkiye, boru hattını kestiler. Ama çok da zarara uğradılar bu yüzden.” Şaşırttı mı? Hayır! Zaten dünyada ne olsa mutlaka en sivri ucu bize dokunur. Dokunmasa şaşardım. Hatunun esas mesaisini harcadığı alanlar, kömür madencilerinin grevi ve Falkland adalarının mevzuları. Madenciler greve girmiş ama kadının söylediğine göre, ele başlarının inadıyla kriz çıkmış. Aslında işçiler çalışmaktan yana. Hatta çalışma teşebbüsünde bulunanlar darp edilmiş, kafaları gözleri yarılmış. Ölen de var...

oğuz tekin - AntikNumizmatikVeAnadolu

Tahtaya kaldırdığımız bu eserin, paranın tarihiyle alakalı olduğunu anlamışsındır. Ama yazarı diyor ki, nümizmatik, sikkeyle ilgilidir. Oysa değiş tokuş edilen her şey paraya girer. İsterse üç ayaklı kazan olsun veya bir torba buğday. Bu arada üç ayaklı kazan deyip geçme, vaktinde bunun yüzünden kavga çıkmış. Aynı yazarın başka bir kitabında, Halikarnassos, çaldığı üç ayaklı kazan yüzünden bağlı olduğu birlikten kovulmuş. Utanmıyor musun lan kazanı zimmetine geçirmeye. Senin onu Apollo tapınağına götürmen lazımdı. Artık birliğimizde değilsin, kovuldun!   Yahu ben kazanı tapınağa götürdüm, Apollo orda değildi. Ben de o gelene kadar muhafaza edeyim dedim. Ne olmuş yani. Zaten dibi delikti, güzelim pancar yahnisi hep ziyan oldu. Ayrıca o birlik de çok yaşamaz. Önce Lidyalılar, sonra Persler, yakında hatrımızı soracaklar. Konuyu saptırdık yine, hemen toparlıyorum. Sikkelerle alakalı en mühim detay, genelde isimlerini bir ağırlık biriminden alırlar. Paunt’u düşün. Düşündün ...

Tsunetomo Yamamoto - Samurayin El Kitabı

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, 18. Asırda hayatını kaybetmiş bir samurayın hatıralarından oluşuyor. Samuray deyince de öyle aklına çok egzotik bir karakter gelmesin. Ne bileyim, ben vay anasını demiştim okumadan önce, sonra normal bir adam olduğuna kanaat getirdim. Tabi onurla eş değer tuttukları intihar olayı yine bahsedilmiş. Fakat kahramanımız ustasına söz verdiği için ecelini bekleyecek. Sana ilginç gelecek başka kısımları da vardır mutlaka, merak ettiysen okursun. Mesela benim çok haklı bulduğum fikir; çocuk yetiştirirken annelerin tutumunu eleştirmesi. Yanlış bir ahlaka baba itiraz ederken, anne ise çocuktan yana çıkıyor. Baba: Ulan it herif! Okul taksidini kaybettim demiştin, kızlarla beraber yemişsin. Ahmet’i ortamınıza almamışsınız diye o ispiyonladı. Sakın yalan söyleme! Anne: Ne olmuş yani çocuğun canı çekmiştir. Sen de düzgün bir harçlık ver de çocuğu mecbur bırakma böyle şeylere. Çocuk: “Pazartesi ben gösteririm o puşta”   Bu da annenin, yaşlandığında ç...

İbni Sina - Şifalı Bitkiler ve Emraz

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, hakikatten çok acayip. Tıbbın üstadından, bir çok tıbbi müdahale ve ilaçları hakkında malumat var. Derleme olduğu söyleniyor, ki tıp ile alakalı tüm bilgiyi bir kişinin eseri olması zaten düşünülemez. Genel olarak şifalı bitkiler kitabı da diyebiliriz aslında. İçeriğine gelecek olursak, tüm şifanın kaynağına eriştik gibi bir intiba olmasın, çünki uygulanması zor ilaçlar dolu. Mesela köpek kafatası külü ve domuz yağıyla yapılan melhemvar. Bu yönüyle zamanımıza göre biraz fantastik kalıyor. Tabi makul şeyler de yok değil. Kulağına börtü böcük kaçmış biri geldi diyelim. Ne yapmak lazım? Eğer sağ kulağına kaçmışsa böcek, hastamızın sol kulağına okkalı bir tokat patlattım mı böcek öte yandan fırlar. İlkinde olmazsa tekrarlarım. Tedavide ısrar, hastalıkla mücadelede esastır. Yanlış cevap! Üstadımız diyor ki, kulağa zeytin yağı döküp güneşe karşı durarak beklemek lazım. Böcek kendiliğinden çıkarmış. Bilmiyorum, Allah vere de denemek zorunda kalmasın in...

Kaşgarlı Mahmut - Divani Lugatit türk

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, insanı alıp götüren, sürüm sürüm süründüren, nefes soluk kesen bir roman değil elbette. Bildiğin sözlük. Ama ne sözlük. Ne sözlük? Sözlük de okunur mu arkadaş? İhtiyaç halinde açılıp bakılır, o kadar. İşte tarihi değeri, dilimize kattığı önem falan fistan… lugattan biraz alıntılarla tanıtıp kaçacağım. açıglıg ekşili, içine konanı ekşiten adrı butlug bacakları açık kişi, eğri bacak, aluk kel, dazlak bandal: ağaçtan omuz başı şeklinde çıkarılan parça, bunu çocuklar alıp yakarlar, geceleyin közünü birbirlerine atarlar, Buna "ot bandal da denir. beçel sünnet edilmiş kadın; hadım edilmiş erkek; iğdiş edilmiş at bıldır bıldır, geçen yıl çetük ; erkek kedi didim geline gerdek gecesi giydirilen taç ersek ortaya düşmüş azgın kadın, orospu ini: yaşça küçük kardeş kalñu suyun yüzünde durma meñgü ebedi, daima, sonsuz, ebedilîk, ödlek zaman, felek siñil kocanın kendinden küçük kız kardeşi tamak boğaz, tolg...

bir yeni çerinin hatıraları - konstantin mihailoviç

Tahtaya kaldırdığımız bu eserin aslında pek bir önemi yok. Kaynak olarak alamazsın, içinde bir sürü yanlış bilgi ve pek tabi hamaset var. Bakış açısıdır yahu yararlanırız da diyemen, bir sürü farklı kopyası türetilmiş. Hangisi esastır bilinemeyeceğinden, sahihlik açısından ben pek şaapmadım. Ama neticede batı esaslı anlayışla kaleme alındığı için, muhtemelen her kopyası da birbirine benziyordur. Bir parça kitaptan çıtlatayım da bari, boşa gitmesin vakit. 15. Asrın sonlarında sırp asıllı bir devşirmenin, ki pek de devşirilmemiş, yazdırdığı hatıradır. Osmanlı topraklarından tüyer tüymez yeniden eski kimliğine bürünmüş ve gayet bilmiş bir edayla, “ulan şu türkler var ya şu türkler…” diye ahkam kesmiş. Verdiği bilgilerin yanlışlığı dip notlarla düzeltiliyor ama. Yani olur da okursan yanlış yola sapmazsın. Bana asıl acayip gelen, bu adamın düşünce yapısının bizimkilere çok benzemesi. Ve ya insanoğludur işte, hepsi aynı. Der ki; Aslında bu Türkler öyle korkulacak bir güce sahip de...

Stefan Zweig - Yıldızın Parladığı Anlar

Tahtaya kaldırdığımız bu eser,adına yakışır anların derlemesini içeriyor. Meşhur adamların ve olayların hikayeleri seçilmiş, ekleme veya parlatma yapılmadan aktarılmış. Tabi yazarı böyle diyor; Tarihi olayları yanıltmamak için tarafsız ve doğru bir şekilde yazdım. He canım, gel bir de Fatih’in İstanbul’un fethi kısmını oku. Belki olan biten anlatılmış ama batı taraflı olduğu çok bariz. Şöyle düşün; Osmanlı – Roma maçı var ve spikerin anası Konstantinapolisli. Maçı naklen yanlışsız anlatır, ofsayda ofsayt der, faule faul. Peki yorumu nasıldır? Haydi çocuklar! Şimdi sağ kanattan atağımız başladı. Surların ilerisinden general Niko topları püskürttü. Defanstan Venedikliler yetişti ve mükemmel bir vücut çalımıyla Osmanlı kadırgaları atlatıldı. Haydi çocuklar! Şimdi tekrar bir atak başlıyor derken, o da ne! Yapmayın çocuklar! Yapmayın çocuklar! Ah ah ah olacak iş değil. Surlardaki o kapıyı nasıl açık unutursunuz. Ah ah! Açık unutulan sur kapısını, talih yıldızının parladığı bi...

Mirzakarim NORBEKOV - aptalın deneyimi & aklını başına toplama rehberi

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, kişisel gelişim türünde ve meşhur bir kitap. Peynir ekmek gibi satmış. İki kısımda inceleyelim, ilk bölüm adamın yaşadıkları ve tecrübeleriyle alakalı. Akıcı ve biraz da alaycı bir dille yazmış. Okuması sıkmıyor. Gelelim ikinci bölüme ki burası deneyler ve pratik tekniklerle dolu. Peki nedir mesele? Ana tema göz bozukluklarını iyileştirme üzerine. Adamın söyledikleri bana çok mantıklı geldi. Diyor ki gözlükler, koltuk değneğinden farksızdır. Aksayan ayağınızı tedavi etmez sadece yürüme kolaylığı sağlar. Halbuki göz bozukluğu tedavi edilebilir. Temel pratikler göz merceğini güçlendirme, göz kaslarını kuvvetlendirme üzerine. Sağa bakarken solu görmeye çalış. Şimdi parmağının ucuna bakarken uzaktaki hatunu kes. Tamam aynen öyle dik dik bakarken kafanı çevirmeden arkayı gör. Tabi benim uydurmalarımla zenginleşen bu pratikleri dikkatli yapın, şaşı olabilirsiniz. Ciddi manada ilgilenen kitabı inceler. Ama gözlerini kısıp, çaktırmadan yan bakarak o...

Jerzy kosinski - boyalı kuş

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, vaktiyle çok ses getirmiş. Hatta yazarı bayağı bir zılgıt, sopa yemiş. Hikaye olarak, ikinci dünya harbi esnasında ordan oraya giden, kovulan bir veledin hayatı işleniyor. Anlatıcımız, yine bu kara çocuğun kendisi ve şahit olduklarını anlatır. Yeri geliyor milletin evini barkını ateşe veriyor kundakçı velet, yeri geliyor bir tavşan kasabı kesiliyor ki onu dahi beceremez. Yeri geliyor bir namus cinayetinin baş tanığı oluyor ve yine yeri gelince kuşları boyuyor. Şimdi gelelim romanın fikrine. Savaşın insanlarda bıraktığı izler, etkiler ve sayresini söyleyen çok. Yok azizim esasen öyle değil. Benim anladığım, “Çatışmalar hep farklılıktan doğuyor” teması işlenmiş. Zaten boyalı kuş olayı da öyle. Kargayı alıp yeşile pembeye mora boyuyorlar, sonra salınca da diğer kargaların hışmına uğruyor boyalı kuş. Ne lan bu hal girmedik renk bırakmamışsın! Değişik mi olacan başımıza! Oyarız ulan seni! Gerçekten kuşlar arasında böyle bir hasutluk var mıdır bilmem,...

Thomas More - ütopya

Tahtaya kaldırdığımız bu eseri çok duymuşsunuzdur. Ben de çok duyduğumdan “neki bu acep?” deyip alıp okudum. Evvela kitabın yazıldığı zamanı özetleyeyim, 8. Henry olarak meşhur, şu havuç kafa toroman kralın dönemi. Hani İngilizlerin onun karıları için yazdığı bir tekerleme de var. Boşadı, öldürdü, öldü, boşadı, öldürdü, yaşadı. Nasıl tekerleme lan bu demeyin zira Türkçeye çevirince   tüm ahenki uçtu azizim. İşte bu karılarını birer birer harcayan İngiltere kralı, bizim Thomas More’u sağ bırakır mı, hayır. Neyse eserin muhtevası, Ütopya adında bir adadaki halkın yaşamı ve adetleri, kanunları üzerine geçiyor. Ortak mülkiyetten bahsediyor, diyeceksin ki aha kominist! Bana da öyle geldi. Kölelerin ve esirlerin boyunlarında altın zincirler, kilitler var. Değerli taşlarla yalnızca çocuklar oynuyor, büyükler için altın gümüş, elmas yakut çok ayıp. Peki değerli olan ne? İnsanlık dermişim ortamı gerermişim. Demir iyi para ediyor bir de önemli bir esas, savaşlarda paralı asker kullanıyor...

Sokrates'in Savunması

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, minicik bir kitap aslında. Şöyle yarım saat çöksen bir köşeye, hemen biter. Buna da üşeniyorsan artık benle yetin. Kitabın yazarı Platon’muş. Zaten hayatı boyunca Sokrates bir şey yazmamış. Şimdi mesele aziz kardeşim, bu adamı mahkemeye vermişler. Peki sebep? Gençleri ahlaksızlığa teşvik edip huzuru bozuyormuş. Ahlaksızlık deyince aklına puştluk ibnelik gelmesin, çünki ahlak anlayışı biraz farklı. Kurulu düzeni kurcalaman, huzuru bozman, ki hele de  büyük başların huzurunu bozmak, ahlaksızlık olarak değerlendirilmiş. Dava eden de Meletos aadında biri. Sokrates pek ölüm cezasından korkuyor gibi görünmüyor. Fakat küçük bir önerisi de var. Oğlum ne kadar aptalsınız ya! Beni öldürünce elinize ne geçecek? Ben sizi uyanık tutan bir atsineğiyim. Ben gidersem bu at (devlet) uyuklamaya başlayacak. Sonra persler gelip sizin… Hem laf söz çıkar, fikir adamını katletmiş öküzler diye. Yani ben demiyorum. Millet öyle der. Beyinsiz öküzler falan. Bu ar...

Stephen Hawking - Zamanın Kısa Tarihi

Tahtaya kaldırdığımız bu eserin bir versiyonu “daha” var. Farkı, dahasının olması. Fizik bu arkadaş, biter mi hiç. Kim bilir daha kimler çıkacak, ne fikirler öne sürüp, “Aslında o iş öyle değilmiş.” Diyerek yeni formüllerle gelecek. Kitap hakkındaki fikrimi okuyorsan, yazarını tanıyorsundur herhal. O yüzden direk esere değiniyorum. Aristo ne demişti, Galile ne dedi, Newton buna ne ekledi, Einstein “yok amk! O iş göründüğü gibi değel.” Gibi bir çıkışı niye yaptı, hepsini bir bir anlatıyor. Tabi kütle çekimi hakkında bu kadar fikir varken ortada, bizim Hawking de zıplıyor, “bir tane de ben patlatayım!” diyor. Zaten konuşulmuş bir mesele olan kara delikleri kurcalamaya başlıyor. Ama fazla formülü, işlemi yok, basit anlatıyor. Sonuçta yayımlanacak bir kitap olduğu için avamın anlayacağı bir dil kullanmak zorunda. Kara delikler hakkında teferruata girmek isterdim, lakin ben de çok şaapamadım, bununla idare et ya da git oku. Yıldızın mazotu bitince soğuyormuş, soğuyunca “bıırrrrrrrr” ...

sevan nişanyan - Elifin öküzü

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, etimolojik açlığımızı gideren bir kitap. Ne kadar sağlıklı malumat veriliyor, bu şüpheli tabi. 2016 baskısında, önceki hatalarını telafi eden dip notlar ilave etmiş yazar. Tabi hala keşfedilmemiş hatalar da olabilir. Olsun, etimolojik açlığı gidermese de, atıştırırız. Kelimeler, neye göre seçilmiş bilmiyorum. Ama sözcüklerin memleket memleket gezişi, uğradığı anlam kaymaları, kaydırmaları, bir güzel işlenmiş. İki tane alıntı yapıyorum, nedir ne değildir gör.   Hemşire - şıra Farsça şir: süt. Hemşire aslında “beraber süt emmiş” demek: süttaş da denebilir. Farsçada kız-erkek ayrımı gözetmeksizin kardeş anlamına gelen bu kelime, bizde neden sadece kızkardeş anlamını kazanmış? Bildiğimi sanmıyorum. Belki Farsça “olmuş, edilmiş, gibi” anlamım taşıyan -e takısı, zevce, valide, mahdume sözcüklerinden tanıdığımız Arapça dişil -e takısıyla karıştırıldığı içindir. Hastanelerde hastalara yardımcı olan “kızkardeşlerin” Türk yaşamına girmesi 1852-...