Giovanni Boccaccio - Decameron
Tahtaya kaldırdığımız bu eser,derlenip toplanmış bir hikaye
kitabıdır. Tabi yazarın kendi ürettiği hikayeler de var. Aslında önce şiir
yazmaya niyetliymiş, sonra “Dante varken şimdi beni kim okur.” Diyerek
vazgeçmiş ve kalemin yönünü nesre kırmış. Shakespeare, La Fontaine gibi birçok
isim, burada geçen öyküleri alıp uyarlamış. Hatta şiir devşiren şairler de
olduğu dip not olarak düşülmüş. Bu arada Nasrettin Hoca’ya mal edilmiş bir
fıkraya da rastladım. Hani şu tek bacaklı turna kuşunu sofraya getirirler de
Timur sorar bu kuşun diğer bacağı nerde diye. Devam etmiyorum fıkraya çünkü
biliyorsun, anlatmayacağım.
Kitabımızın ilk baskısı 14. Asırda yapılıyor ve söz konusu
hikayeler, başka bir çerçeve kurgu içerisinde aktarılıyor. Memlekette veba
salgını çıkmış, her yerde ölüm var, ölüler var. Kaçabilen yedi kadın,
kendilerini bir kiliseye atmış, konuşuyorlar.
- Bir yerlere kaçıp uzaklaşmamız lazım fakat biz kadınız. Başımızda erkekler olmadan yola çıkarsak yönümüzü, yolumuzu kaybeder, telef oluruz.Feminist ablalar, küfürlerinizi bana değil yazara yönlendirin. Zira benim değil, onun ifadesidir bu. Kitaba devam ediyorum; üç erkek çıka geliyor ve hep beraber oradan ayrılıyorlar. Sonra uzak bir yerde, yeşil bir vadide, birbirlerine hikaye anlatarak vakit geçirmeye başlıyorlar. İçlerinden biri kral veya kraliçe olarak moderatörlük yapar, on gün boyunca on kişi birer hikaye anlatarak yüzü tamamlarlar. Öncelikle şunu bilmen lazım ki, bu kitap öyle çoluğa çocuğa okunacak seviyede değil. “Aman ne seviyesiz şey bu böyle!” de diyebilirsin. Bazı aşk meşk, fedakarlık veya iyilik salık veren öykülerin dışında çoğusu, ırz düşmanlığı, aldatan kadınlar, puştluk pezevenklik peşinde olan insanların meseleleri yer alıyor. Kitabın yazarı da yazdıklarının farkında olacak ki, kitabın sonunda okuyucusuna günah çıkarıyor.
- Ya kusura bakma ben bunları yazdım, şimdi siz hanımlar okuyunca biraz sıkılıp bozulacaksınız, “ne edepsiz şeyler anlatıyor bu herif” diyeceksiniz. Ama iyi kadınlar olduğu gibi ahlaksız kadınlar da var ve ben onları yazdım. Bu benim sanatım. Bir ressamın tablosuna gösterilen saygıyı bana da gösterin.
Aynen bu minvalde bir savunması
var. Bu kitabın hedef kitlesi de hatunlarmış. Dolandırıcılık ve abazanlıkla
itham edilen hanımlar da çok tutmuşlardır, eminim. Ama seni temin ederim ki aziz
kardeşim, bir erkek olarak kanıma dokunan kurgular da pek ziyadeydi. Meşrebinde
gavatlık olmayan kocaya “kıskanç erkek” diyerek ayıplıyorlar. Helede papazlar
yok mu! Kitaba kendini kaptırırsan, karşına çıkan ilk papaza dalarsın. “daş yok
mu lan daş! Vurun şu ırz düşmanını!” Emin ol bana hiç abartmıyorum. En
anlatılabilir olan bir öyküyü iliştiriyorum buraya, sen karar ver.
Adamın biri çok “kıskanç”mış
(yani gavat değil). Karısı da gidip papaz efendiden yardım istiyor. Cevap
tabiki “hay hay”
- Kocanızın kıskançlıktan kurtulması için onu arafa yollayacağım. Orada terbiye olacak ve sonra onu tekrar bu dünyaya getireceğim.
- O zaman kocam ölecek ve tekrar dirilecek öyle mi?
- O iş bende.
- Peki bu iyiliğinizi ben nasıl ödeyeceğim.
- Ya hu düşündüğün şeye bak. Cık cık cık. O, işin en zevkli kısmı zaten.
Papaz saf kocayı çağırır yanına
ve ilaçlı gazozu içirip uyutur. Herkese öldüğünü ilan edip bir de cenaze töreni
yapar. Adamımızı kimse görmeden bodrum katına taşırlar, eli kolu da bağlı. Uyanınca
başında bir herif (papazın yaveri) der ki, “burası araf. Sen de çok kıskanç bir
koca olduğun için üç öğün benden sopa yiyeceksin.” Aylarca bu araf terapisi
bodrum katında sürerken, papazda yukarıda (hatunun evinde) kadınla alacak
verecek hesabını kapatıyor. Tabi kadın hamile kalınca işin boku çıkacak diye
araf seyansını bitiriyorlar. Yine ilaçlı bir gazoz ve gizlice kabrine taşınan
adam uyanır. Saf adamımız da dahil herkes onun dirildiğine inanmıştır. Üstelik
bunun için dua eden de papazdır.
Ah be Martin Luther! Az yaptınız
şu reformu.
Notu: 4,9 çekilebilirsinn.
Yorumlar
Yorum Gönder