Kayıtlar

Haruki Murakami - Tuhaf Kütüphane

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, yirmi dakikada yalanıp yutulacak bir kitap. Gerçi ben hacmi küçük diye tercih etmemiştim. Osmanlı vergi sistemi ile alakalı mevzusu var sanmıştım. Yoksa beni biliyorsun. Nerede cilt cilt, tuğla gibi kitap varsa, oradayım. Sayfalardan korksaydık, trene binmezdik. Ya da öyle bir şey işte. Kitap çok büyük olmadığı için uzunca bir yorum da bekleme. Okumayı seven bir bebemiz var. Osmanlının vergi tahsili konusunda araştırma yapmak istiyor, artık aklına nereden esmişse. Kütüphanenin bodrum katına yönlendiriliyor ve orada karşılaştığı ihtiyar görevli, koyun kıyafeti giymiş bir herif, konuşmayan güzel bir kızla yaşadıkları konu ediliyor. Kurgusu fantastik, zaten masalsı olduğu da tanıtım yazısında açıklanmıştı. Hikayede bir sürü metafor yer alıyor, okuyucu kendi aklına göre yorumlasın der gibi, hiç izah kırıntısı bırakılmamış. Ama şahsi fikrim, en başarılı benzetme; “Hilal” mecazıydı. Notu: 5,9 çekilebilirsinn.

richard feynman - Fizik Yasaları Üzerine

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, “Ne menem şeymiş şu fizik âlemi.” Diyenler için hazırlanmış. Yazarın konferanslarından derlenmiş. Geniş ve derin mevzular var tabi, ama biz bir ucundan tutsak da yeter. Newton Paşa demiş ki, kuvvetin Güneş yönünde olduğunu ve eğer gezegenlerin periyotlarının Güneş’ten olan uzaklıklarıyla nasıl değiştiği bilinirse, bu kuvvetin uzaklık ile nasıl değiştiği de bulunabilir. Ve kuvvet, uzaklığın karesi ile ters orantılıymış. Buraya kadar Newton pek bir şey söylemiş sayılmaz; çünkü yalnızca Kepler’in ifade ettiği iki şeyi farklı biçimde dile getirmiş oldu. Biz bunları yemeyiz. Birincisi, kuvvetin Güneş yönünde olduğunu söylemekle; İkincisi de, kuvvetin uzaklığın karesi ile ters orantılı olduğunu söylemekle aynı şey. Bizi mi yiyon Newton dayı!   İnsanlar Jüpiter’in uydularının Jüpiter çevresinde nasıl hareket ettiklerini teleskopla zaten görmüşlerdi. Bu hareket tıpkı Güneş sisteminde olduğu gibiydi. Sanki uydular Jüpiter’e doğru çekiliyorlardı...

Sabri Kaliç - Tarihe Adını Yazdıran 100 Büyük Romancı

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, edebiyatçı rehberi gibi bir şey. Yerli ve yabancı 100 meşhur ismin kısa hayat öyküleriyle bazı eserleri hakkında minik malumatlar verilmiş. Orta okul bebesi isen ve ödev hazırlaman gerekiyorsa işine yarayabilir. Bunun haricinde genel kültür kasmak için de okunabilir ki ben öyle yaptım. Üstüm başım hep kültür oldu yahu! Dur biraz da sana sıçratayım, bir iki bölümden alıntı iliştireyim şuraya. Yine okumaktan kurtardım seni köfte!   François RABELAIS 1484(?) – 1553 Neşeli dev Gargantua ve oğlu Pantagruel'in komik, eğlenceli, hatta müstehcen ve biraz da arsız maceralarını yazmaya başladığında Rabelais tüm bir edebiyat tarihine etki edeceğini biliyor muydu? Nereden bilsin lan! Gerçi biz emin olamayız, belki de malum olmuştur. Sonuçta bunu başardı herif. Cervantes'ten Jonathan Swift'e ve ardından da modern edebiyatın eleştiri ve yergi alanlarında ürün veren tüm yazarlarına kadar herkes şu veya bu biçimde etkilenmiştir (Araklamış da o...

Theodor Herzl - Yahudi Devleti

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, İsrail Devleti’nin kuruluş amacını ve nasıl hayata geçirilebileceğini belleten bir kitaptır. Üzerine pek konuşmak istemiyorum, çünkü yapacağım alıntılar gayet net. İşte başlıyoruz. Genel intiba: “Dünya, her nasılsa bizim başarılarımızla tahrik oluyor. Dünya, yüzyıllardır bizi yoksulluktan bitap düşmüş ulusların içinde en aşağılık topluluk olarak görmeye alışkın. Kendi ahmaklıkları ve bilgisizlikleri, kalplerinin karalığı içinde, bizim özelliklerimizi azaltan ve Museviliğimizi zayıflatan başarımızı anlayamamak zaafına düşüyorlar. Bu sadece bizim soy ağacımıza sarılmamıza yardımcı oluyor ve bizi daha öncesine göre daha yabancılaştıran nefreti kapsıyor.”   Yani hep bizim yüzümüzdenmiş. Faizi icat etmekle kalmayıp, nerede paraya sıkışmış biri varsa ona el verip kolunu kapmak, ocaklara incirlik bahçesi dikmek, gayet masum. Elbette her Yahudi’nin mesleği değilse de tefecilik, bu meslekteki şöhretleri yatsınamaz. Şimdi aşamalara geçiyor ya...

Şadiye sultan - Babam Abdulhamid Saray Ve Sürgün Yılları

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, üzerine çok hikaye dönmüş bir padişahın, Sultan Abdulhamid’in kızı tarafından kaleme alınmış. Ki zaten başlığından da belli. Kız çocuğu olması sebebiyle siyasi hadiselerin tüm detaylarına şahit olmasını bekleyemeyiz. Daha ziyade haremin içinden görülen şekli bize aktarıyor. Zaten siyasi tarih ve “Cık cık cık…O iş öyle olmaz oğlum, böyle yapacaktın.” diyen kitapların sayısı gırla… Bize biraz da bu türler lazım. Mesela her şarkiyatçının gözü kapalı salladığı harem hikayelerini siktir et. Asıl mevzuyu bu kadından dinle. Haremde kim nasıl giyinir, kadınlar arasındaki protokol nasıldır, gayet güzel aktarıyor. Tabi Munzur hikayeler de yok değil. Anlattığına göre çok güzel bir cariye varmış. Detaylı tasvire girmiyor ama sen ne kadar fantezi biliyorsan o cariyenin güzelliğine ilave et. Zira acayip bir şeymiş. Haşmetli hünkarımız Abdulhamid Han’ın da pek beğendiği biriymiş kendisi. Fakat halvet için cebir kullanmaz, cariyenin fikrini sorarmış. Cariye de; “Canı...

THOMAS PAINE - Akıl çağı

Tahtaya kaldırdığımız bu eserin müellifi, Amerikan bağımsızlık mücadelesinde rol oynamış, Fransız ihtilalini görmüş biri. En meşhur kitabının “Sağ Duyu” olduğu söyleniyor, tabi bizim konuğumuz başka. İş bu kitabı kaleme alan yazarımız, hiçbir dine mensub olmadığını ön söz olarak ekleyip girer. İflah olmaz bir deisttir kendisi. Yaşadığı devrin malumatına dayanarak (Mısır ve Mezopotamya kültürlerinden habersizdir) Antik Yunan kültürünü meth edişi bana biraz tuhaf geldi. Adamların terakkisini, yabancı dil öğrenmeye hiç vakit harcamamalarına bağlamış. Belki diğer milletlerle münasebetin mahdut olduğu düşünülürse; -Aman ne gerek var canım Pers, Akat, Latin gibi milletlerin lisanını öğrenmeye. Zaten gönderdiğimiz elçi bile altı ayda gidiyor. Adam ne diyeceğini unutur o vakitte. Belki ömrümüzde, onlarla iki kelam etme fırsatını dahi zor bulacağız, çok lüzumsuz. Bu bakış açısıyla yaklaşılırsa, yazarın çıkarımı doğru olabilir. Bu arada tahtaya kaldırdığımız kitapları, yazıldıkları ...

Yirmisekiz Celebi Mehmet Efendi Sefaretnamesi

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, akademik yönden fevkaladenin fevkinde bir kitap. Zira seyahat notları gibi görünse de, muhtevası 18. asrın Fransa’sı ve Fransa’dan bize bakışın nasıl olduğu konusunda malumat veriyor. Eser sahibinin “28” lakabı, bir dönem yeniçeri ocağında 28. ortaya mensup olmasından geliyormuş. Kitapta; yolculuk maceralarından, orada gördüklerinden ve ilginç bulduklarından bahisler var, şiddetle tavsiye ederim. Okumaktan acizlik edeceklere veya niyetli olanlara ön bilgi maksatıyla, birkaç meseleye giriyorum, hazır ol! Öncelikle elçimiz, epey ilgi ve alakayla karşılanmış. Sanırsın ki popstar. Millet merakla koşup kuyruk olmuş adeta. O dönemin Fransa kralı da 11,5 yaşında haşmetli şevketli bir veletmiş. Hele krala has bir av partisi var ki, dillere destan. Midilliye bindiriyorlar majestelerini ve kafesten salınan tavşancıkları yakalıyor. Gerçi ben spor maksatlı avcılığa karşıyım, fakat bu avcılıktan ziyade çocuğu nasıl eğlendiririz meselesine dönmüş. Enteresan. Tab...

Og Mandino - Dünyadaki En Büyük Satıcı

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, çok satan romanlardan biriymiş. Gerçi görünürde roman olsa da, muhtevasıyla kişisel gelişim türüne göz kırpan, makas alan bir kitap olmuş. Hikayesi çok karmaşık değil, ebat olarak da kitap cılız. Ama okurlara göre fikri alt yapısı epey kallavi gelmiş olacak ki, her daim bestseller kalmış. Kurgulanan öyküde, ihtiyar bir satıcımız var. Ama ne satıcı. Bizim argodaki manasını aklına getirme, zira bu adam sadece eşya satan bir satıcı. Çok da meşhurmuş. Deve bakıcılığından sıkılıp, ticarete atılır satıcımız, ilk hamlesinde başarısız olur. Elindeki ipekli kaftanı satamaz, mağarada bir beşikte, cıbıl uyuyan bir bebeye acır, beleşten sermayeyi orada bırakır. O sıra gökte bir yıldız parlar ve bu yıldız eşliğinde kasabasına geri döner. Ustası bu parlak yıldızın hareket etmesini ve dahası, bizim acemi satıcının üzerinde dolaşır gibi seyir eylemesini, bir işaret olarak beller. Sonra bir vakit zaman geçer ve bizim baş kahramanın ustası, ölüm döşeğindeyken vasiye...

Ahmet Sarı - Masalların psikanalizi

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, masalların ve masal anlatıcılarının psikanalizini ihtiva ediyor. İsmiyle müsemma bir kitap olmuş. En masum, çocukça hislerle okuduğumuz, dinlediğimiz kırmızı başlıklı kız masalına, bir imgelendirme yapılmış ki, düşman başına. O yaşta bunların bilincine varsaydık, ergenliği atlayıp doğrudan yetişkin olurduk, inan. Kızın başlığı neden kırmızıymış mesela? Genç kızlığa geçişin simgelenişidir. Kurdun kızı yutması ve kurdun karnından daha sonra kızı çıkarıp taş konulması peki? bu neyi anlatıyor? Kızı yutan kurt, bir nevi doğurganlığı temsil eder. Kurdun karnına taş doldurulması ise, kısırlığı. Masallardaki devleri bilirsin, çoluğu çocuğu ayıklamadan yutarlar hani. İşte müellifimiz de evvela yamyamlık (Androfaji) üzerine küçük bir araştırma yapmış. Değişik kültürlerde insan yemenin manaları üzerine birkaç paragraf iliştirmiş. Sonra da bunların ışığında çocuk yiyen cadılara (Hansel ve Gratel) devlere giriş yapmış. Evinden uzaklaşan veletler de h...

Adelbert Von Chamisso - Peter schlemihl'in Garip Hikayesi

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, klasik bir kitap. Yazarının kısa hayat hikayesi, metnin başına iliştirilmiş, kurgunun nasıl oluştuğu konusunda tahmin yürütebilirsin. Adamımız Fransız asıllı, Alamanya’da ikamet ediyor. Ama bacaksız Napolyon hücuma kalkmış, Avrupa’ya savaş ilan etmiş. Hal böyle olunca yazarımız da iki ucu boklu değnekle muhatap olacak. “Hangi tarafı tutsam ki acep?” Yaradana sığınıp Fransa’ya karşı savaş cephesine katılıyor. Fakat Almanlar da bıyık bükerler. “Güven olmaz bu puşta! Sonuçta kütüğü Fransa’ya kayıtlı.” İşte bu ön yargıların kuşattığı bir vakitte, böyle güzel kurgulanmış bir hikaye ortaya çıkacak. Gerçi yazar, hikayenin üretim esnasını, dayandığı temeli farklı anlatıyor. Bir gün şapkamı, çantamı, üstümü başımı alamadan dışarı çıkmıştım. Neredeyse gölgemi de unutacaktım. Şimdi yazarın başına acaba ne geldi de, nasıl bir basılma, telaş halinde oldu da, böyle cascavlak (sivil) sokağa çıktı diye sormuyoruz. Özel hayatı bizi alakadar etmez. Kitabın ...

Alain De Botton - felsefenin tesellisi

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, felsefeden çakmayanlar düşünülerek hazırlanmış. Belki isim seçimi de bu yönde olmuştur. Şu köşede oturan tayfa, felsefeden bir bok çakmadı. Bari teselli aforizmalarıyla, küçük hikayelerle gönüllerini alalım. Köşedeki tayfanın kimler olduğunu söylemeyelim. Şimdi durduk yere birbirimizi teşhir etmeye ne gerek var? Kitapta, yazarımız belli başlı birkaç filozofu ele almış. İnceleme şekli ise, öyle akademik değil. Adam zaten bizi teselli ediyor, ne diye profesyonel bir tertip yapsın ki? Kendince bir mizansen kurgulamış, resim galerisinde gezerken veya bir otelde yaşadığı hadiseden, filozof - felsefe çıkarıyor. Mesela Sokrates’in savunmasından bahsediyor. Bu hadisenin kitabını tahtaya kaldırıp notunu vermiştik zaten, yine konuşmaya lüzum yok. Ancak mahkemenin jüri seçimi nasıl yapılıyormuş, ben bunu bilmiyordum. Sokrates’in suçuna hüküm veren saygı değer jüri üyeleri, üç temel esas üzerine seçilirmiş. 60 yaş üstü olmak.   Kimseye borçlu ol...

U. Rıfat Karlıova - Çin Modern Tarihinde Yolculuk

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, az bilinen fakat üzerine çok konuşulan bir memleket hakkında yazılmış. Kitabın yazarı, Çin ile alakalı tahsil yapmış, sonra da kapağı oraya atmış. Malumata göre biraz popüler de olduğu yazıyor, bilemedim. Bir buçuk milyarlık ülkede ne kadar bilinir olman lazım ki, sana popi diyelim. Yani bir milyon takipçin olsa, tırt kalırsın orada. Bir defa adamların kitap yayımı hakkında bir şeyler duymuştum; en az basım sayısı dört buçuk milyon. O sayı bizde seni bestsellerin bestsellerine sokar. Yine muhabbeti uzattık, mevzuya giriyorum. Kitabın genel şekline bakarsak, detaylı araştırma yapılmış. Ama anlattığı meseleler çok ayrıntılı, beyni yakan türden değil. Kaynakçası, dip notları ziyade, anlatılan hadiselerin uzunluğu ise kafi. Geçiyoruz muhtevaya: Bir dönem memlekette bir yasa çıkarılmış; herkes saçını kazıtacak ve yalnız tepesinde bir at kuyruğu bırakacak. Kanuna uymayanların cezası, ölüm. İyi de benim saçlarım dökülüyor ve tepem bayağı seyrek....

RAY BRUDBERY - Fahrenheit 451

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, yine tematik fikir pompalayan, yüksek, ulvi ilhamlar kasan bir kitap. Tabi evvela yazarın diline girmek lazım ki, pek kendini okutturan, sürüm sürüm süründüren cinsten değil. Sadece fikir bulup hikayeye dönüştürmekle, metafor üstüne metafor yuvarlamakla edebiyat olmuyor azizim. Okunabilirlik de lazım. Edebiyat neydi? Edebiyat emekti. Şimdi sıra, o yüce fikirde. Romanın kahramanı bir itfayeci ve itfayeciler söndürmeye değil, yakmaya gidiyorlar. Adamın elinde bildiğin lav silahı var. Yakılacaklar ise kitaplar. Evinizde kitap mı gördünüz? Ya bizi çağırın, ya da siz fırına verin bir zahmet. Yakınınızda veya bir komşunuzda kitap varsa, onu da ihbar edebilirsiniz. Hemen gelir veririz ateşi ateşi!   Gelecekte bir zamanda var olan bu memlekette, kitaplar derhal yakılıyor. Direnmek, gizlemek ise yassak! Bir çeşit sansür eleştirisi işlenmiş. Her yerde ekranlar var, bir de kuduz bir teneke it var, salıyorlar hemen kaçanın koşanın peşine. Hasıl...

Yaşar Ateşoğlu - Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, ismiyle müsemma bir kitap. Muhteva olarak bir kısmı yanlışları düzeltmeye yönelik, bir kısmı da söyleyeceğini söylemek için uydurulmuş yanlışlarla desteklenmiş doğrulardan oluşuyor. Adam terli terli su içmeyin diyecek, öncesinde sanki terliyken kesin su içilmeli gibi bir kanaat varmış gibi tribe giriyor. Ama genel olarak düşünürsek, faydalı. Şimdi kitaptan birkaç alıntı iliştiriyorum buraya, elbette aralarda benim doğru ve yanlışlarım da olacak. Usul böyle aga!      YANLIŞ Diyabet yaşlandırır! DOĞRU Böyle bir şey yok! Tip 1 diyabetli çocuklar erken yaşta şeker hastası olduklarından iyi bir diyabet ayarı yapılmazsa, gelişme gerilikleri olabilir. Ayrıca iyi bir diyabet ayarı olmayan tip 2 diyabetlinin yaşam keyfi azalabilir. Bunun dışında fiziki bir farklılık olmaz.   YANLIŞ Diyabetli hatunlar çok tatlı oluyor. DOĞRU İlişkinin boyutuna göre, alışkanlıklara göre değişir. Tabi yine de tavsiye edilmez. Ne ge...

Vladimir Nabokov - Edebiyat Dersleri

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, biraz bizim burada yaptığımız işe benziyor. Adam daha fikir aklımıza gelmeden çalmış! Vay anasını! Evvela yazardan biraz bahsedeyim. Kendisi daha ziyade “Lolita” kitabıyla bilinir. Ben okumadım ama bir arkadaşım bahsetti, oradan biliyorum. Pedofili (sübyancı) eğilimleri olan birinin hikayesini anlatıyormuş. Arkadaş öyle söyledi, ben onun yalancısıyım. Tabi bizim belli bir çizgimiz olduğu için o tür şeyleri bu platforma almıyoruz. Beni biliyorsun. Bu kitapta belli başlı ağır eserlerin incelemeleri yapılmış. Genel olarak birkaçından alıntı yaparsam daha iyi anlarsın. Adamımız hem özet geçiyor, hem de yazarın neyi ima ettiğini, sanatlı sözlerle aktarıyor. Tolstoy’un ve Flaubert’in ifadeleri mesela:   “Hemen yüzünüz kızarıp da, Anna’nın, kocası olmayan bir erkeğe âşık olduğu için cezalandırıldığını sanmayın. Böyle bir ‘ahlâk dersi’ kesinlikle ‘ahlakî’ olmayacağı gibi, kesinlikle sanatsal da olmazdı, çünkü aynı topluluğun öteki gözde ...

Andy Merrifield - eşeklerin bilgeliği

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, eşekler üzerine kaleme alınmış en geniş güzellemedir. Hatta şöyle bile olmuş olabilir. Yazarımız gitmiştir kütüphaneye, “İçinde eşek geçen tüm kitapları istiyorum.” Deyip girişmiştir. Zira kitap yazar ile eşeği Gribouille’nin yolculuğunu anlatsa da, satır aralarında bir çok kaynaktan alıntılar var. Edebiyat, psikoloji, felsefe, tıp sosyoloji, astronomi, biyoloji, tarih, din, müzik, resim ve mitoloji gibi her daldan bir numune bulmak mümkün. Neden böyle bir çalışmaya soyunmuş bilmiyorum. Ama hayalimde bir senaryo yazabilirim. -Ulan Andry! Eşşeğin tekisin sen! - Eşşek mi! Sen eşşek bile olamazsın be! - Ha kabul ettin yani eşşekliğini? - Sen anlamadın galiba ama ben ispat edeceğim ki, eşşekler senden daha bilgedir! Bunun üzerine soluğu kütüphanede alır yazarımız ve ortaya hoş bir methiye çıkar. Sahiden de nasıl bulmuş onca şeyi hayret. Muazzam bir entelektüele dönüşmüştür şimdi, eminim. İkinci kitabın ismi de “öküz aleyhisselam” olabilir. ...

Ali Çimen - Tarihi Değiştiren Kadınlar

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, iyi ve kötü şöhretleriyle isim yapmış hanımlardan küçük bir biyografi derlemesi ihtiva eder. İyi kadınları pek yazmayacağım, çünkü biz hep kötü kadınları merak ederizzz. Liste başında Transilvanya’nın Kanlı Kontesi Elizabeth Bathory geliyor. Bu, mezarında ters dönesi, zebanilerle köşe kapmaca oynayası hatun, tam bir sadistmiş. Genç köylü kızlarına işkence etmeye bayılıyor. Başta sadece ağır şiddet ve işkenceyle takılırken, sonra farklı bir amaca dönüyor nevri. Kızların kanını losyon gibi kullanarak, gençleşeceğini düşünür. Tabi ona akıl hocalığı yapan deli karılar da yok değil. Hasılı biraz zindan, biraz cık cıklama ile idam cezasından yırtacak haspam. Peki ölmedi mi? Geberdi gitti toprağı eksik olasıca. Sıradaki sapık ruhlu kadın; Nazi Cadısı İlse Koch. Çalışma kamplarında ölen veya işkenceli sorgu esnasında elde kalan cesetlerin, derilerini geri dönüşüme yolluyormuş. Abajur, kitap cildi veya ihtiyaca göre bijuterik eşyaya dönüştürüyormuş. Hatt...

Guy De Maupassant - Gezgin satıcı

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, yazarın gazetede yayımlanmış hikayelerinden oluşuyor. Kitaba adını veren öykü, açılış olarak seçilmiş ve karısı iş pişiren bir satıcının hikayesi. Garibim tüm günü sırtında yükü ile sokak sokak dolaşır, hatun ise evde dostuyla ben mi sana sen mi bana... Kitapta aşkından vereme tutulmuş hizmetli kızın öyküsü gibi dram türüne de yer verilmiş. Evin uçarı oğlu kızı ara ara sıkıştırır, bir iki makas alıp uzaklaşır. Evin bahçıvanı da kıza tutkun, aşkını ev sahiplerine iletip aracı olmalarını ister. Kızı bin bir ısrarla bahçıvan için razı ederler, tabi evin oğlunun, paşamızın, hiçbir tavrı yoktur. Sonra evlilik olur, yıllar yılları kovalar, hizmetli kızın ölüm haberii ve son sözleri duyulur. Bunu aktaran da bahçıvanmış ha! O hep sizi sevdi beyim…   Bir parça Yeşilçam, bir tutam geniş mezhep diyoruz ve başka bir tanesine geçiyoruz. Benim en çok beğendiğim de bu hikaye. Adam, arkadaşlarının davetine katılır ama hep bir bilmişlik, hep bir ku...

sevil atasoy - labirent

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, bol miktarda ruh hastalarını içerir. Sapık katiller, yamyamlar ve ırz düşmanları… yazarının adli tabib olması hasebiyle, her vaka detaylarıyla işlenmiş ve ne nedir, insana belletiyor. Yazardan hafif tırstığımı söyleyebilirim. Sen de tırsmalısın, zira senin okuduğun cinayet romanı kadar, kadının mıncıkladığı ceset vardır. Kitapta kendi şahit olduğu olayların haricinde, dünyada ses getirmiş meşhur olaylara da yer vermiş. İngiltere’de bir nehirde kolu bacağı ve kafası kesilmiş zenci çocuk mu dersin, yamyam katiller mi. Hatta bahsi geçen o yamyamın, yemek dergisi kapağı olduğu da anlatılmış ki, okuyunca “Ben o derginin editörünün taaaa amk!” demekten kendimi alamadım. Bir başka küfür dağarcımı besleyen vaka ise, Hitler döneminde bazı doktorların çocuklara yaptıkları deneyler. Doğuştan arızalı veya sakat bebeleri topluyorlarmış, “Biz bunlara hastanede daha iyi bakarız ve hatta iyileştiririz.” Deyip, neşterle, piçakla dalıyorlarmış sabilere. “Beyinler sağ k...

Michael Korz - Senaryoda Dialog

Tahtaya kaldırdığımız bu eser, senarist adaylarına yönelik. Öykü roman karalayanlar da nasiplenebilir. Tabi diyalog mevzusunu halledince hikaye yazılıp bitmiş olmuyor, ama bunu bilmek de bir şeydir. Ünlü filmlerden, dizilerden ve hatta oyunlardan alıntılarla, senaryoda nasıl muhabbet edileceği, nasıl edilmeyeceği, bir güzel anlatılmış. Yetmemiş bölümlere de ayırmış yazarımız, komedide nasıl güldürülür, ne kadar küfretsek mizahtır, dramda nasıl izleyicinin gözüne bir şey kaçar ve belgesel nasıl sıkıcı olmaz. Hoş olmuş. Genel olarak birkaç maddeyi paylaşayım, çok merakta kalmayın. Mesela karakter eğer doktor ise,tıbbi jargona hakim olacak. Fakat çok da bokunu çıkarmadan. İkinci bir husus, seyirciye olayı aktarabilmek için karakterleri aptallaştırmayın – Yani ayrılmamız gerektiğini mi söylüyorsun? Eşşek değilsin ya! Anla amk!   Bir diğer mevzu da yarım ve aksak cümleler kurmak, doğala yakın durur. -Filhakika şu asırda edebiyle iki kelam edebilen kalmadı azi...