Şadiye sultan - Babam Abdulhamid Saray Ve Sürgün Yılları
Tahtaya kaldırdığımız bu eser, üzerine çok hikaye dönmüş bir
padişahın, Sultan Abdulhamid’in kızı tarafından kaleme alınmış. Ki zaten
başlığından da belli. Kız çocuğu olması sebebiyle siyasi hadiselerin tüm
detaylarına şahit olmasını bekleyemeyiz. Daha ziyade haremin içinden görülen
şekli bize aktarıyor. Zaten siyasi tarih ve “Cık cık cık…O iş öyle olmaz oğlum,
böyle yapacaktın.” diyen kitapların sayısı gırla… Bize biraz da bu türler
lazım. Mesela her şarkiyatçının gözü kapalı salladığı harem hikayelerini siktir
et. Asıl mevzuyu bu kadından dinle. Haremde kim nasıl giyinir, kadınlar
arasındaki protokol nasıldır, gayet güzel aktarıyor. Tabi Munzur hikayeler de
yok değil. Anlattığına göre çok güzel bir cariye varmış. Detaylı tasvire
girmiyor ama sen ne kadar fantezi biliyorsan o cariyenin güzelliğine ilave et.
Zira acayip bir şeymiş. Haşmetli hünkarımız Abdulhamid Han’ın da pek beğendiği
biriymiş kendisi. Fakat halvet için cebir kullanmaz, cariyenin fikrini
sorarmış. Cariye de; “Canım size fedadır efendimiz.” Diye başlar, çok eşliliğe
karşı olduğunu söyleyerek fikrini beyan edermiş.
- Beni alacaksan, ben tek olurum. Öteki kadınlarla ilişkini asla kabul etmem.Hasılı cariyemizin reddi, başka bir erkekle evlenene dek devam ediyor. Tabi Abdulhamid, bayağı nüktedanmış. Ya da soğuk şakalarla intikam almayı seviyor. Bu cariyenin düğün gecesinde, tam mutlu sona erilecek o anda, bir memur çıka geliyor ve damada, “Hünkarımız sizi emretti, bekliyor.” Diyerek adamcağızın hevesini kursağında bırakıyor. Damat gidip bekliyor dört beş saat mabeyinde. Gelen giden yok. Sonra bir memur, “Gidebilirsiniz, gerek kalmadı.” Diyor ve bu hal dört beş gece devam ediyor.Sultan Hamid’in Cherie adında sokaktan aldığı bir köpeği, bir papağanı ve çatalla yedirilmeyi seven bir kedisi varmış. Boş vakitlerini marangozhanede geçiriyor, batı tarzı musikiden hoşlanıyor ve kızı Şadiye Sultan da piyano çalmayı biliyormuş. Kitabın saray kısımları pek sürmüyor, Yunan savaşında haremde yaşanan telaşla ilk karanlık perde başlıyor. Top top kumaşlar getirilmiş saraya ve askerler için çamaşır dikimine tüm harem halkı müdahil olmuş. Çok sürmeden meşrutiyet yıllarına getiriyor konuyu ve yine yaşadıkları telaş hat safhada. Selanik sürgünü, yolda ve Selanik’te çekilen eziyetler, üzerlerine planlanan oyunlar var, siyasi belirsizliğin toz dumanında şaşırtmayan hadiseler. Hele bahsi geçen bir Cevat paşa var ki, Şadiye Sultan’ın anlattıklarını esas alırsak, iki yüzlü adi bir herifmiş. Bir tomar parayı taltif olarak alınca, Sultan Hamid’in ayağını öpmeye kalkmış. Tahttan indirilmiş Abdulhamid karşısında ise, oluyor aslan kesiyor ahkam. Gerçi bu tür insanlar hep vardır, pek şaşırmıyoruz.Birinci Dünya Savaşı esnasında tedavi maksatlı Viyana’ya gidişi ve oradan dönüş merhaleleri, Cumhuriyetin ilanı sonrası Fransa’da yaşamak zorunda kalışı, İkinci Dünya Savaşı’na Paris’te yakalanışı gibi bir sürü hadise yaşanmış. Özellikle Fransız Halkı’nın Alman istilasından tedirgin olmalarını bayağı anlatıyor. Yaşlı bir kadının, “Aman terkedelim Paris’i! Almanlar ırza tecavüz ediyormuş!” korku ve paniği, kafi miktarda örnektir. Tabi işgal gerçekleşince hiçbir tecavüz olayından söz edilmiyor. Ancak açlık, soğuk ve korku, gayet şiddetli.İlk kocası pek bir naif, çabuk hastalanan bir adam. İstanbul’da ikamet edilen yıllarda ölür. İkinci kocası da maşallah kilolu, fakat 1946 yılında o da gider. Kızının Amerika’ya gidişiyle Şadiye Sultan da Fransa’da duramayacak ve düşecek yollara. Venezüella üzeri Amerika’ya ve Kaliforniya’ya varacak. Tabi babasını tanıyan yabancı memurlardan büyük saygı gördüğünü de anlatıyor. Gerçi bahsi geçen görgüsüz bir avukat var. Evini ve eşyalarını sergi gibi tanıtıyor. Onun hürmetten ziyade, hava basma niyetli olduğunu sezdim. “Senin babanda yoktur şu altın işlemeli şamdan.”Kitabın sonunda, kısa bir de dönemin tarihi vakaları hakkında malumat var. Panislamizm ve Panturanizm gibi meselelere değinmiş. Cumhuriyet rejimlerinin, zamanın bir gereği olduğuna inanıyor. Bence yanlış. Zira zamanın hemen her devrinde, hem cumhuriyetle hem monarşiyle hem de meşruti idareyle yönetilen devletler olmuştur, hala da vardır.Hasılı bu kitap da böyleydi işte, meraklısına tavsiye olunur.Notu: 5,9 çekilebilirsinn.
Yorumlar
Yorum Gönder