Woody Allen - Yan Etkiler
Tahtaya kaldırdığımız bu eser, biraz fantastik, biraz
uyarlama, biraz iğneleme gönderme ve bol miktarda mizah içerir. Ama mizahı,
öyle çok güleceğin cinsten değil. Beklentini bir çimdik düşük tut. Zaten
Amerikan humoru ne zaman komik oldu ki? Hafif bir tebessüm bırakır, belki bir
parça da kafa sallanması. Bu arada yazarın yönetmenlik meziyeti, filmleri daha
meşhur, belirteyim. En çok hoşuma giden kısımdan alıntı yapıyorum, fragman
niyetine.
Gelmiş geçmiş ünlü kişiler arasında en çok Sokrates’le
tanışmak isterdim. Sadece çok büyük bir düşünür olduğu için değil… Benim de
zaman zaman çok derin saptamalarım oluyor, genellikle bir İsveç havayolu
hostesi ve kelepçeler ekseninde dönse de. Antik Yunanlıların bu en bilgesinin
beni kendisine çeken tarafı, ölüm karşısındaki cesaretidir. Kararı,
ilkelerinden vazgeçmek yerine, bir şeyleri kanıtlamak için canını vermekti.
Konu ölüm olunca ben bu kadar korkusuz olamıyorum. Geri tepen bir araba egzozu
gibi beklenmedik bir ses duyduğumda, karşımdakinin kollarına atıveririm kendimi.
Sonuçta Sokrates’in cesur ölümü, onun hayatına biricik bir anlam kattı; işte
benim varlığımda tümüyle eksik olan budur, vergi dairesinin bana verdiği önemi
saymazsanız. Kendimi bu büyük filozofun yerine koymaya çalıştığımı, ama bunu ne
zaman denesem, uykuya dalıp aşağıdaki rüyayı gördüğümü itiraf etmeliyim:
(Sahne, hapishane hücrem. Genellikle yalnız oturuyorum ve
bir nesne aynı zamanda fırın temizlemekte kullanılabiliyorsa sanat eseri
sayılabilir mi gibi çok derin konularda tefekküre dalıyorum. O an Agathon ve
Simmias ziyaretime geliyorlar.)
Agathon: Ey sevgili dostum ve ulu bilge; nasıl gidiyor
tecrit günlerin?
Allen: Tecrit hakkında ne söylenebilir ki Agathon? Yalnız
bedenim kapatılabilir bir hücreye; o duvar, duvarınız, vız gelir zihnime, vız!
O halde var mıdır tecrit diye bir şey?
Agathon: Yürüyüşe çıkmak istesen ne olacak?
Allen: Güzel soru. Çıkamam.
(Üçümüz, rölyeflerde sık görülen klasik pozlarda oturuyoruz.
Sonunda Agathon konuşuyor.)
Agathon: Haberler kötü. İdama mahkum edildin.
Allen: Senato’da münakaşaya yol açtığıma üzüldüm.
Agathon: Oy birliğiyle.
Allen: Yapma yahu…
Agathon: İlk oylamada.
Allen: İki ellerini birden kaldırmıştır şerefsizler.
Simmias: Senato, ütopik devlet fikirlerini büyük öfkeyle
karşıladı.
Allen: Egemenlerin filozof krallar olması gerektiğini hiç
öne sürmemeliydim herhalde.
Simmias: O neyse de, kendini işaret edip öhö öhö demen çok
dikkat çekti.
Allen: Ama ben cellatlarımı kötü insanlar olarak görmüyorum.
Agathon: Ben de.
Allen: Ha… Peki madem. Zaten kötülük dediğin, aşırıya kaçmış
iyilik değil de nedir?
Agathon: Nasıl yani?
Allen: Şöyle düşün: Bir adam çok güzel bir şarkı söylerse,
mest olursun. Hiç aralıksız söylerse, başına ağrılar girer.
Agathon: Doğru.
Allen: Hele de susmamaya kararlıysa, sonunda adamı
gırtlaklamak istersin.
Agathon: Kesinlikle doğru.
Allen: İnfaz ne zaman?
Agathon: Saat kaç oldu?
Allen: Bugün mü be?
Agathon: Hücre lazımmış.
Allen: Alsınlar o zaman! Alsınlar canımı! Herkes bilsin ki,
hakikate sırt dönüp insanın soru sorma hakkından caymak yerine, canımı verdim
ben. Ağlama Agathon.
Agathon: Ağlamıyorum, alerjim var.
Allen: Fikir adamı için ölüm son değil, başlangıçtır.
Simmias: O nasıl oluyor?
Allen: Dur çıkaracağım şimdi.
Simmias: Acele etme.
Allen: Simmias, insanın doğumundan önce var olmadığı kesindir,
değil mi?
Simmias: Öyle.
Allen: İnsan ölümünden sonra da var olmamaktadır.
Simmias: Katılıyorum.
Allen: Hmm…
Simmias: Eee?
Allen: Dur yahu, kafam karıştı. Anca kuzu eti veriyorlar
burada, onu da adam gibi pişirmiyorlar.
Simmias: İnsanların çoğu, ölümü kesin son gibi görür ve bu
yüzden ondan korkar.
Allen: Ölüm, bir varlıksızlık halidir. Varlığı olmayan şey,
yoktur. Dolayısıyla ölüm de yoktur. Yalnız hakikat vardır. Hakikat ve güzellik.
Bunlar birbirlerinin yerini alabilir ve birbirlerinin suretlerinden ibarettir.
Nasıl bir infaz düşünüyorlarmış?
Agathon: Baldıran.
Allen: (Şaşkın) Baldıran mı?
Agathon: Hani senin mermer masayı delip geçen kara sıvı
vardı ya…
Allen: Ciddi misin?
Agathon: Bir fincancık. Döker saçarsın diye kazan yedekte
duracak.
Allen: Acı çektiriyor mudur acaba?
Agathon: Fazla tepinmemeni rica ettiler. Diğer mahkumların
sinirleri bozuluyormuş.
Allen: Hmm…
Agathon: Ben herkese, ilkelerinden ödün vermek yerine ölüme
cesurca yürüyeceğini söyledim.
Allen: Yürümek mi? Yahu peki sürgün mürgün diyen olmadı mı?
Agathon: Sürgüne geçen yıl son verildi. Dosya tutmaya
tahammülleri yokmuş.
Allen: Onlar da haklı be… (Bunalmış ve kafası karışmıştır
ama metin görünmeye çalışır.) Ee, şey… Peki… Daha daha nasılsınız?
Agathon: Geçende Pisagor’u gördüm. Hipokümes mi ne, bir
şeyler anlattı.
Allen: Ya, ya… (Metinmiş gibi davranmayı ansızın bırakır.)
Bak oğlum, açık konuşacağım. Ölmek istemiyorum! Çok gencim daha!
Agathon: Ama hakikat için ölme fırsatı eline geçti!
Allen: Hayır yanlış anlamayın, hakikate canım feda. Gel gör
ki, önümüzdeki hafta Sparta’da bir yemek daveti var. Kesin gitmem lazım.
Hesaplar da benden bu sefer. Spartalılar sinirli adamlardır, bir tatsızlık
çıkmasın.
Simmias: En bilge filozofumuz, korkağın teki mi?
Allen: Korkak değilim, kahraman da değilim. Arada bir
yerdeyim.
Simmias: Kıvranan bir böcek.
Allen: Eh işte, aşağı yukarı.
Agathon: Ama ölümün olmadığını kanıtlayan sendin.
Allen: Yahu benim kanıtlamadığım şey mi var? Çorba parası
nerden çıkıyor dersin? Böyle kuramcıklar, gözlemcikler… Ara sıra sivri bir laf.
Aklıma eserse aforizmalar… Zeytin toplamaktan iyi kesinlikle de, o kadar
kaptırmamak gerek.
Agathon: Ama ruhun ölümsüz olduğunu defalarca kanıtladın.
Allen: Öyle zaten! Kağıt üstünde. Bak, felsefenin sıkıntısı
da bu zaten. Gerçek hayatta ne işimize yarayacak ki bunlar?
Simmias: Peki ya bitimsiz “biçimler”? Her nesnenin her zaman
var olduğunu ve hep var olacağını söyledin.
Allen: Abi, büyük nesneler diyordum. Heykeller filan.
İnsanlarda biraz farklı.
Agathon: Peki ya uykunun ölümle bir olduğuna dair sözlerin?
Allen: Bir olmaya bir de, insan öldükten sonra, biri
“Kalkın, sabah oldu!” diye ünlediğinde terliklerini bulması
zor oluyor.
(Cellat, elinde bir fincan baldıranla girer. Yüzü, İrlandalı
komedyen Spike Milligania çok benzemektedir.)
Cellat: Efendiiim, zehir kimeydi?
Agathon: (Bana işaret ederek.) Arkadaşın.
Allen: Üf, amma büyükmüş. Duman çıkması normal mi?
Cellat: Evet. Hepsi de bitecek. Zehri dibinde oluyor
genelde.
Allen: (Burada davranışım, Sokrates’inkinden çok farklı
oluyor ve rüyamda çığlık attığımı söylüyorlar.) Hayır, içmeyeceğim! Ölmek
istemiyorum! İmdat! Hayır! Yardım edin!
(İğrenç yakarışlarım arasında bana fokurdayan baldıranı
veriyor. Tam çarem kalmadı dediğim yerde hayatta kalma içgüdüm devreye giriyor
ve işler tersine dönüveriyor. Bir ulak girer)
Ulak: Durdurun infazı! Senato tekrar oyladı! Beraat ettin.
Kıymetin tekrar değerlendirildi ve idam yerine taltif edilmene karar verildi.
Allen: Nihayet! Nihayet! Akılları başlarına geldi. Özgürüm
be, özgür! Bir de madalya takacaklar. Agathon, Simmias, kapın valizlerimi.
Hemen çıkalım. Praxiteles büstüme bir an önce başlamak ister. Ama ayrılmadan
önce bir mesel anlatacağım.
Simmias: Amma döndüler be… Yaptıklarının farkındalar mı
acaba?
Allen: Karanlık bir mağarada birkaç insan yaşar. Dışarıda
güneş olduğunu bilmezler. Tek gördükleri ışık, oradan oraya yürürken yanlarında
taşıdıkları mumların titrek alevidir.
Agathon: Mumu nerden bulmuşlar?
Allen: Varmış yanlarında diyelim.
Agathon: Mağarada yaşıyorlar ama mumları var. Pek aklayatkın
değil.
Allen: Şimdi karıştırmasan olmaz mı?
Agathon: Tamam ama sadede gel.
Allen: Derken bir gün, mağaradakilerden biri dışarı çıkar ve
dış dünyayı görür.
Simmias: Tüm berraklığıyla.
Allen: Aynen. Tüm berraklığıyla.
Agathon: Diğerlerine anlatmaya çalışır ama ona inanmazlar.
Allen: Hayır. Onlara anlatmaz.
Agathon: Anlatmaz mı?
Allen: Hayır, bir kasap dükkanı açar, bir dansözle evlenir
ve kırk iki yaşında beyin kanamasından ölür.
(Beni kıskıvrak yakalayıp baldıranı ağzıma dökerler. Bu
noktada ter içinde uyanırım ve ancak yumurtayla füme somon yedikten sonra
kendime gelebilirim.)
Notu: 5,9 çekilebilirsinn.
Yorumlar
Yorum Gönder